Páginas

viernes, 6 de marzo de 2015

Halklara...






Bu bir açıklama mektubudur. En azından böyle bir mektup yazmaya girişmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu önce bir bildiri şeklinde olacaktı, ama bu biçimi tercih ettik, çünkü iyi ya da kötü, sizlerle konuştuğumuzda hemen her zaman kişisel bir tonu yeğledik. 


Bizler Kürdistan halkının erkekleri, kadınları, gençleri, çocukları ve yaşlılarıyız.


Belki bizleri anımsıyorsunuz; 15 Ağustos 1984 'te silahlı bir ayaklanma başlattık ve o günden bu yana, baskıya, sömürüye, soykırımlara, katliamlara, asimilasyona, ötekileştirilmeye, yok edilmeye ve unutulmaya karşı bir savaş yürütüyoruz ve çeşitli hükümetlerin bize karşı sürdürdükleri başarısız imha savaşına karşı direniyoruz.


Ortadoğu denilen bölge de 100 yıl önce emperyalistler tarafından Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi ülkeler arasında paylaşılan Kürdistan 'da yaşıyoruz. Türkiye 'nin doğu ve güneydoğusunda, Iran 'ın batısında, Irak 'ın kuzeyinde ve Suriye 'nin kuzeyinde yaşıyoruz.


 Acı Çekiyoruz, Ölüyoruz, Savaşıyoruz, Direniyoruz...
 

Şimdi, iyi bildiğiniz üzere, 15 Ağustos 1984 başlangıcının şafağından bu yana gerek ateşle, gerek sözcüklerle sürdürdüğümüz mücadelemizi, çabalarımızı, yaşamımızı ve ölümümüzü özelde Kürt halkına genelde ise tüm Türkiye ve Kürdistan halklarına, haklarının, kültürlerinin, kimliklerinin, inançlarının, dillerinin tanınmasına adadık.


Bu, doğaldı çünkü bizler ağırlıklı olarak Kürt 'leriz. Ama buna ek olarak bir çok halktan ve kültürden insanlarızda. Türkiye 'de Kürtler, ulus 'un büyük dönüşümlerinin temelini oluşturmalarına karşın hâlen en çok saldırıya uğrayan, ötekileştirilen, sosyal - siyasal - coğrafi - kültürel soykırıma ve katliamlara maruz kalan ve halende en fazla sömürülen toplumsal gruptur.


Bize karşı yürütülen savaş o denli yoğun ve acımasızdı ki, bir Kürt ancak Kürt olmaktan vazgeçtiğinde ya da öldüğü zaman marjinalleşme ve yoksulluk koşullarından kaçınabileceğini düşünüyordu. Bu rutin hale gelmişti.


Ölmemek ve Kürt olmaktan vazgeçmemek için savaştık. Sırtlarımızda yükselen bu ülkeye diri ve Kürt olarak ait olmak için savaştık.


Belirleyici anlarında üzerinde yürüdüğü hemen her zaman yalın ayakları olduğumuz ulus. Toprağı sebzeye ve meyveye durduran elleri olduğumuz ulus. Her şeyi olanların onca böbürlendiği büyük binaları, yapıları, camileri ve sarayları inşa eden kolları, elleri, iskeleti ve omurgası olduğumuz ulus. Söz, bakış ve tarzla, yani kültürle iyi ya da kötü bir parçası olduğumuz ulus.


Yaralı olduğumuz için mi bu kadar sert konuşuyoruz ? Belki de. Ayaklanmamızın sadece tepedeki otoriterlik nedeniyle kör, sağır ve dilsiz olan bir ulusa " İşte buradayız " diye haykırmaktan ibaret olmadığına işaret etmek istiyoruz.


Ayaklanmamız aynı zamanda, " Biz buyuz ve bu olmaya devam edeceğiz. Ama artık rengimizle, kültürümüzle, dilimizle, kimliğimizle, inancımızla, demokrasiyle, adaletle, özgürlükle ve saygınlıkla " demekti. Aslında bunu sizler bizden daha iyi biliyorsunuz. Silahlı ayaklanmamızın daha ilk günlerinden beri bizlere iyi ya da kötü eşlik ediyorsunuz.


Egemen zihniyet Türk olmayan hemen herkesin haklarını, kültürünü, kimliğini, dilini, inancını anayasal bir zeminde tanımak yerine bunları her zaman reddetti. Bu geçmişte Ulusalcı-Milliyetçi-Kemalist iktidarlar döneminde de böyleydi.


Şimdi de Türk İslamcı-Milliyetçi-Osmanlıcı iktidar döneminde de böyledir. Söz konusu halklar, hakları, kültürleri, kimlikleri, dilleri, inançları olunca yukarıda sözünü ettiğimiz her iki zihniyette hemen her dönem çeşitli ittifaklar oluşturdular.


Bizleri olduğumuz gibi tanımayı reddettiler. Çünkü aradan kısa bir zaman geçtiğinde herkesin unutacağını düşünüyorlardı. Ve belki pek çok insan unuttu, ama biz unutmadık. Bizim belleğimiz var ve bunu yapanlar onlardı. Ulusalcı-Milliyetçi-Kemalist zihniyet ve Türk İslamcı-Milliyetçi-Osmanlıcı zihniyetti.


Evet, halklar günümüzde halen bu toplumun yumuşak karnı olmayı sürdürüyor ve on yıllardır aynı ırkçılığın acısını çekiyorlar. Egemenler seçimlere bir başka deyişle onlara kâr sağlayacak, konumlarını güvence altına almak için hazırlandıkları bugün, ne söyledikleri önemli değil. Biliniz ki onlar çoğunluğun iyiliği için hiç bir şey yapmayacaklar. Para ve mevki kazandırmayan hiç bir şeye kulak vermeyecekler.


Bizler özelde Kürtler ve genelde tüm Türkiye halkları olarak bir şeyden gurur duyuyorsak o da söze önem vermemizdir. Dürüst ve ilkeli söze. Tüm mücadelemiz boyunca sizlere taleplerimizi elde etmek için başta savaş olmak üzere, diyalog ve müzakere yolunu da deneyeceğimizi söyledik. Mücadele de büyük çabalar göstereceğimizi söyledik. Halkların özgürlüğü ve kurtuluşu mücadelesi üzerinde odaklanacağımızı söyledik.


Ve öyle de oldu. Sizlere ihanet etmedik. Bu soylu davaya cömertçe katkıda bulunduğunuz yardımların tümü, yalnızca buna kullanıldı. Başka hiç bir şeye değil. Hiç bir şeyi başka bir alanda kullanmadık. Türkiye 'den ve dünyadan aldığımız tüm desteği yalnızca halkların kurtuluşu ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, halkların hakları, kültürü, kimliği, dili ve inancının tanınması yönündeki girişimlerimizde kullandık.


Desteklerinizin bir şey için olduğunu söyleyip, başka bir şey için kullanmak dürüstçe olmazdı. Sözümüzü Türkiye ve dünyadaki başka mücadelelere gönderme yapmak ve kimi durumlarda onlarla dayanışmamızı ifade etmek için kullandık. Sadece o kadar. Ve pek çok kez, daha fazlasını yapabileceğimizi bilmemize karşın, kendimizi engellememiz gerekti, çünkü çabalarımız sizlere de söylediğimiz gibi özelde Kürt halkı genelde ise tüm Türkiye halkları içindi.


Bizim için kolay olmadı. Bütün dünya da köylülere, işçilere, öğrencilere, işsizlere, öğretmenlere, çalışanlara, LGBT bireylere, engellilere, genç insanlara, kadınlara ve çocuklara yönelen haksızlıkları ve nefreti görüp duyduğumuzda neler hissettiğimizi varın siz düşünün.


Yüreğimizin neler hissettiğini düşünün. Acı, öfke, bize ait olduğu için tanıdığımız bir kızgınlık duyduk. Ama bu kez ötekinde olduğu için bizi etkiliyordu. Özelde Kürt halkı genelde ise tüm Türkiye halkları demiştik. Buna sadık kalmalıydık. Sanırım tarzımız böyle. Subcomandante İnsurgente Galeano (Marcos) 'un da dediği gibi; " Sözümüze ihanet etmektense ölümü yeğleriz... "
 
 
Devrimci Önderlik Yönetmez...
 

Şimdi başka bir şeyler söyleyip yapabilmek üzerine yüreğimize danışıyoruz. Eğer çoğunluk evet derse o zaman bunu yapmak için her şeyi yapacağız. Her şeyi gerekirse ölmeyi de. Dramatik görünmek istemiyoruz. Sadece ne kadarına talip olduğumuzu açığa çıkartmak için söylüyoruz bunu. Bir başka deyişle, " bize bir konum, bir miktar para, bir vaat, bir adaylık verilmesine kadar " değil.


Sizlere hep içtenlikle seslendik. Güç ve zor bir karar olacak, tıpkı yaşamımız ve mücadelemiz gibi. On yıllar boyunca halklarımıza kapı ve pencereleri sunabilecek koşulları hazırlamakla uğraştık. Günü geldiğinde herkes hangi pencereden bakacağını ve hangi kapıyı açacağını seçebilsin. En azından bunu sağlayacak tüm bileşenlere sahip olsun diye.


Ve bizim yolumuz bu. Bir başka deyişle Devrimci önderlik yönetmez. Bunun yerine yolları, adımları, eşlik etmeyi, yönü, hızı, hedefi arar. Bir kaç tane. Sonra da halklara yolları sunar ve onlarla birlikte şu ya da bu yolu izlediğimizde neler olacağını tartışır. Çünkü, üzerinde ilerlediğimiz yola bağlı olarak, iyi olabilecek şeyler de vardır, kötü olabilecek şeyler de.


Ve halklar düşüncelerini söyler, tartışır, sonra çoğunluk olarak nereye gideceğimizi kararlaştırır. Ve halklar emri verirler ve Devrimci önderlik işi örgütlemek ve o yolu yürümek için ne gerekiyorsa hazırlamak zorundadır.


Tabii Devrimci önderlik yalnızca onlara ne olduğuna bakmaz, aynı zamanda halklara bağlı olmak ve onların yüreklerine dokunmak, söyledikleri gibi, onlarla bir olmak zorundadır. Sonra hepsi bizim bakışlarımız, bizim kulağımız, bizim düşüncelerimiz, bizim yüreğimiz olur.


Ama şu ya da bu nedenden dolayı, önderlik hepimiz gibi bakmıyor, duymuyor, düşünmüyor veya hissetmiyorsa ? Ya da bir kısım görülmüyor, başka bir şey duyulmuyor, diğer düşünceler düşünülmüyor ya da hissedilmiyorsa ? İşte herkese danışılmasının nedeni de budur. Herkese sorulmasının nedeni de budur. Herkesten onay alınmasının nedeni de budur.


Çoğunluk hayır diyorsa o zaman Devrimci önderlik başka bir yol aramak ve halklar kolektif olarak bir karara varana dek halklara başka bir yol sunmak zorundadır. Başka bir deyişle halk yönetir. Şimdi kolektifi oluşturan bizler bir karara varacağız. Lehte ve aleyhteki noktaları tartışıyoruz. Neyin yitirilip neyin kazanılacağını dikkatle hesaplıyoruz.


Kaybedilecek olanın az olmadığı görülürse buna değip, değmeyeceği kararlaştırılacak. Şimdi önümüzde pek çok dönemeç var. " Çözüm süreci " ve 2015 genel seçimleri gibi. Bunlar dönemeçlerden sadece iki tanesi ancak anlam ve önem bakımından hayati diyebiliriz. Çünkü geleceğin nasıl şekilleneceğini büyük bir oranda bu iki dönemeç belirleyecek. Bugüne kadar vermiş olduğumuz mücadele de kazandıklarımız az değildi ve bu kısmen sizin verdiğiniz destekler sayesinde oldu.


Sanırız biz Kürtlerin bu noktaya kadar sizlerle birlikte inşa ettiklerimizden, hiç bir utanca yer bırakmaksızın gurur duyabilirsiniz. Ve sizin gibi insanların yanımızda yürümüş olmasının bizler için bir onur olduğunu biliniz.



Hüseyin Mahir

07.02.2015



DC 'den Alıntı...

No hay comentarios.:

Publicar un comentario