jueves, 26 de diciembre de 2013
Sınırsızlığın Sınır Hattı...
Kaçak gecelerin,
İsyanı yüklenir yüreğime...
Sessiz ve sedasız
Gidişler zamanı değildir şimdi...
Çığlık çığlığa olmalı gidişler
Çığlık çığlığa ve çırıl çıplak...
Vücudumda yer alan,
Amansız ve anlamsız yaralar...
Tanımlayamamaktayım
bedenime çullanmış ölümü...
Ölüm beyaz, siyah
ve şimdi de yeşil renkte
bürünmüş kefenime...
Hangi davanın kanını akıtmaktayım ben?
Hangi hesaplaşmanın bedelini ödemekte, küçücük bedenim?
İki lokma arasına sıkıştırılmış,
Bir dilim Aşk'ın peşindeyim,
Uzayan kaçak gecelerde...
Sırtımda yirmi litrelik,
Bir mazot bidonu
Kendi yurdumun kaçaklarındayım...
Bilmemekteyim köyümün etrafına çekilmiş olan
çitlerin anlam ifadesini...
Basit bir sınır tanımazlık oyunun,
sınırları gibi gelir bana,
hepsi o...
Hep oyunlar oynardım arkadaşlarımla,
Sınırsızlık hattında...
Mavi özgürlük oyunlarımda,
Kara bulutlu,
Korkunç seslerin yeri yoktu...
O seslerin ölümcül darbeleri ise hiç geçmezdi aklımızdan...
Biz yalnızca çocuktuk,
Sınırsızlığın sınır hattında...
Gökyüzüne salmıştık,
Umutlarla dolu uçurtmalarımızı...
Umutlarımız başka çocukların,
Umutları ile buluşsun diye...
Ama bilmezdik ki,
Göklerde kara renkli uçurtmalarında olacağını...
Biz yalnızca çocuktuk,
Sınırsızlığın sınır hattında...
Kaçak gecelerde,
Pusuya düşürdü düşman...
Gücü yetmezdi,
Başka zaman ve mekânda...
Gencecik fidanların boy verdiği,
Bir vakitti zaman...
Ve yaşam susmuştu,
Vaktin tamamlanmadığı anlarda...
Kuralsızca oynadığımız,
Oyunlara benzemiyordu...
Ahlâksızlığın acımasız bir kural,
Olduğu bir oyundu bu...
Biz hiç oynamamıştık ki bu oyunu...
Beklenmedik bir bilmece gibiydi...
Ve hiç birimiz taraf değildik,
Çünkü biz yalnızca çocuktuk...
Kendi " barışımızı " oynuyorduk,
Sınırsızlığın sınır hattında…
Kanlı düşman, artık bizlere yönelmekte...
Çünkü biz büyük yüreğimizle,
Onlara korku salmaktayız...
Eşitsizlikte yürütülen bir savaş...
Benim elimde bir taş,
Onların elinde coplar...
Benim elimde tahta bir sapan,
Onlar tanklarla yürümekte...
Onlar kan kanatlı uçaklarını salarken göklere,
Ben yalın ayaklı çocukların uçurtmalarını
Salmaktayım gökyüzüne...
Biz yalnızca çocuktuk,
Sınırsızlığın sınır hattında...
Derşin MİRZA
martes, 24 de diciembre de 2013
Gittiler...
Arkalarında gözü yaşlı, yüreği dağlanmış analar bırakarak gittiler...
Gittiler…
Yoldaşlarına can ve intikam dolu yeminler bırakarak gittiler
Gittiler…
Tan vaktinin ağarmasını beklemeden
Karanlıkta gittiler...
Oysa bilmezlerdi karanlık tökezleyişlerini, korkularını
Onlar aydınlığın çocuklarıydılar
Güneş toprak damlı evlerinde doğar, gözlerinde batardı
Umut onların sıcak koynunda uyuyakaldı.
Sevdalıydı her birisi
Kavuşmak için gittiler...
Kimisi Amed'de eyledi yüreğini
Kimi Munzur ile sardı sevgisini
Hepsi de sürgündüler
Yoldaşlarının yüreklerine...
Hepsinin bohçası sevda,
Umut,
Gözyaşı,
Mücadele
Ve yaşamla doluydu
Asiliklerine asilik katmak için gittiler...
Gittiler…
Mücadeleye kuşanıp gittiler
Yarınlarla dolu bir yaşamı bizlere miras bırakarak gittiler
Gittiler…
Asiydi
Cesurdu
Heybetliydi gidişleri
Belliydi içlerindeki sancıya son vermek için gittiler
Gittiler…
Gözleri yaşam,
Sözleri umut,
Gülüşleri çocuk,
Gözyaşları yaşamın özsuyu olarak kaldı akıllarda…
Ş. Faraşin Sozdar
Suscribirse a:
Entradas (Atom)