Páginas

jueves, 26 de diciembre de 2013


Sınırsızlığın Sınır Hattı...

Kaçak gecelerin,

İsyanı yüklenir yüreğime...

Sessiz ve sedasız

Gidişler zamanı değildir şimdi...

Çığlık çığlığa olmalı gidişler

Çığlık çığlığa ve çırıl çıplak...

Vücudumda yer alan,

Amansız ve anlamsız yaralar...

Tanımlayamamaktayım

bedenime çullanmış ölümü...

Ölüm beyaz, siyah

ve şimdi de yeşil renkte

bürünmüş kefenime...

Hangi davanın kanını akıtmaktayım ben?

Hangi hesaplaşmanın bedelini ödemekte, küçücük bedenim?

İki lokma arasına sıkıştırılmış,

Bir dilim Aşk'ın peşindeyim,

Uzayan kaçak gecelerde...

Sırtımda yirmi litrelik,

Bir mazot bidonu

Kendi yurdumun kaçaklarındayım...

Bilmemekteyim köyümün etrafına çekilmiş olan

çitlerin anlam ifadesini...

Basit bir sınır tanımazlık oyunun,

sınırları gibi gelir bana,

hepsi o...

Hep oyunlar oynardım arkadaşlarımla,

Sınırsızlık hattında...

Mavi özgürlük oyunlarımda,

Kara bulutlu,

Korkunç seslerin yeri yoktu...

O seslerin ölümcül darbeleri ise hiç geçmezdi aklımızdan...

Biz yalnızca çocuktuk,

Sınırsızlığın sınır hattında...

Gökyüzüne salmıştık,

Umutlarla dolu uçurtmalarımızı...

Umutlarımız başka çocukların,

Umutları ile buluşsun diye...

Ama bilmezdik ki,

Göklerde kara renkli uçurtmalarında olacağını...

Biz yalnızca çocuktuk,

Sınırsızlığın sınır hattında...

Kaçak gecelerde,

Pusuya düşürdü düşman...

Gücü yetmezdi,

Başka zaman ve mekânda...

Gencecik fidanların boy verdiği,

Bir vakitti zaman...

Ve yaşam susmuştu,

Vaktin tamamlanmadığı anlarda...

Kuralsızca oynadığımız,

Oyunlara benzemiyordu...

Ahlâksızlığın acımasız bir kural,

Olduğu bir oyundu bu...

Biz hiç oynamamıştık ki bu oyunu...

Beklenmedik bir bilmece gibiydi...

Ve hiç birimiz taraf değildik,

Çünkü biz yalnızca çocuktuk...

Kendi " barışımızı " oynuyorduk,

Sınırsızlığın sınır hattında…

Kanlı düşman, artık bizlere yönelmekte...

Çünkü biz büyük yüreğimizle,

Onlara korku salmaktayız...

Eşitsizlikte yürütülen bir savaş...

Benim elimde bir taş,

Onların elinde coplar...

Benim elimde tahta bir sapan,

Onlar tanklarla yürümekte...

Onlar kan kanatlı uçaklarını salarken göklere,

Ben yalın ayaklı çocukların uçurtmalarını

Salmaktayım gökyüzüne...

Biz yalnızca çocuktuk,

Sınırsızlığın sınır hattında...

                                                                         Derşin MİRZA

martes, 24 de diciembre de 2013




Gittiler...

Arkalarında gözü yaşlı, yüreği dağlanmış analar bırakarak gittiler...

Gittiler…

Yoldaşlarına can ve intikam dolu yeminler bırakarak gittiler

Gittiler…

Tan vaktinin ağarmasını beklemeden

Karanlıkta gittiler...

Oysa bilmezlerdi karanlık tökezleyişlerini, korkularını

Onlar aydınlığın çocuklarıydılar

Güneş toprak damlı evlerinde doğar, gözlerinde batardı

Umut onların sıcak koynunda uyuyakaldı.

Sevdalıydı her birisi

Kavuşmak için gittiler...

Kimisi Amed'de eyledi yüreğini

Kimi Munzur ile sardı sevgisini

Hepsi de sürgündüler

Yoldaşlarının yüreklerine...

Hepsinin bohçası sevda,

Umut,

Gözyaşı,

Mücadele

Ve yaşamla doluydu

Asiliklerine asilik katmak için gittiler...

Gittiler…

Mücadeleye kuşanıp gittiler

Yarınlarla dolu bir yaşamı bizlere miras bırakarak gittiler

Gittiler…

Asiydi

Cesurdu

Heybetliydi gidişleri

Belliydi içlerindeki sancıya son vermek için gittiler

Gittiler…

Gözleri yaşam,

Sözleri umut,

Gülüşleri çocuk,

Gözyaşları yaşamın özsuyu olarak kaldı akıllarda…

                                                                          Ş. Faraşin Sozdar

lunes, 25 de noviembre de 2013

25 de noviembre: Día internacional de la no violencia contra la mujer ¡Digamos basta contra la violencia hacia la mujer!

" En las instrucciones de ensamblaje del producto llamado " Mujer " se da la garantía de que siempre tendrá la cabeza baja. Y de que, si por algún defecto de fabricación involuntario o premeditado, alguna levanta la mirada, entonces la implacable guadaña del Poder le cercena el lugar del pensamiento, y la condena a sólo andar como si ser mujer fuera algo por lo que hay que pedir disculpas, y para lo que hay que pedir permiso.

Para cumplir con esta garantía hay gobiernos que suplen su falta de cerebro con las armas y los sexos de sus policías; y, además, estos mismos gobiernos tienen manicomios, cárceles y cementerios para las mujeres " descompuestas " irremediablemente. Una bala, un tolete, un pene, una reja, un juez, un gobierno, en fin, un sistema le pone, a la mujer que no pide disculpas ni permiso, un letrero que reza " Fuera de Servicio. Producto No Reciclable. "

La mujer debe pedir permiso para ser mujer, y se le concede si lo es según lo indicado por las instrucciones de ensamblaje. La mujer debe servir al hombre, siempre siguiendo esas instrucciones, para ser absuelta del delito de ser mujer. En la casa, el campo, la calle, la escuela, el trabajo, el transporte, la cultura, el arte, la diversión, la ciencia, el gobierno; las 24 horas del día y los 365 días del año; desde que nacen hasta que mueren, las mujeres enfrentan este proceso de ensamblaje. Pero hay mujeres que lo enfrentan con rebeldía.

Mujeres que en lugar de pedir permiso, imponen su propia existencia. Mujeres que en lugar de implorar perdón, exigen justicia. Porque las instrucciones de ensamblaje dicen que la mujer debe ser sumisa y andar de rodillas. Y, sin embargo, algunas mujeres hacen la travesura de caminar erguidas. Hay mujeres que rompen las instrucciones de ensamblado y se ponen de pie. Hay mujeres sin miedo. Dicen que cuando una mujer avanza, no hay hombre que retroceda. Depende, digo yo desde mi machismo reloaded, mezcla de Pedro Infante y José Alfredo Jiménez. Depende, por ejemplo, si el hombre está frente a la mujer que avanza.

Mi nombre es Marcos, tengo el defecto individual de ser hombre, macho, varón; y la virtud colectiva de ser los que somos, las que somos zapatistas. Como tal, como tales, confieso que me asombra y maravilla ver a una mujer levantarse y ver saltar, rotas en pedazos, las instrucciones de su ensamblaje. Es tan hermosa una mujer de pie, que da escalofríos el sólo mirarla. Y escuchar es eso, aprender a mirar”¦ Salud a estas mujeres, a nuestras compañeras presas y a las que aquí se congregan. Salud a su no tener miedo. Salud a la valentía que nos contagian, a la convicción que nos transmiten de que si no hacemos nada para cambiar este sistema somos cómplices de él. "


Subcomandante Marcos

miércoles, 13 de noviembre de 2013

AKP, Barzani ve Şivan Perwer...

AKP 2014 yerel seçimlerinde Kürdistan'da BDP ve Kürt Özgürlük Hareketinin deyim yerindeyse belini kırabilmek için bütün kirli hesapları yapıyor. Önce Hizbullah, sonra Kemal Burkay, son olarak Barzani ve Şivan Perwer... AKP'yi rahatsız eden gelişmeleri anlamak için biraz gerilere gitmek gerekiyor.

22 temmuz 2007 genel seçimlerinde bağımsız adaylarla meclise inanılması güç bir şekilde giren DTP Türkiye'deki siyaset dengelerini sarsmıştı. DTP'nin başarısını hazmedemeyen devlet DTP'yi kapattı. Kürt siyasetçiler DTP 'nin kapatılmasıyla birlikte Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) adı altında meclisteki yerini aldı.

29 mart 2009 yerel seçimlerinden BDP Kürdistan'da büyük bir başarı ile çıkarak AKP ve Devletin korkuya kapılmasına neden olmuştu. Nitekim seçimlerden kısa bir süre sonra 14 nisan 2009 sabahı Türkiye ve Kürdistan'da polis güçleri KCK adı altında BDP'ye yönelik siyasi soykırım operasyonlarına girişti. Belediye başkanları, il genel meclis üyeleri, il ve ilçe başkanları, kadınlar ve gençler AKP'nin siyasi soykırım operasyonları kapsamında esir alınmıştı.

Bu operasyonların sebebi giderek daha fazla güçlenen BDP'yi siyaset sahnesinden silebilmek adına yapıldığını anlamak için esir alınan yaklaşık 10.000 BDP 'liye bakmak yeterlidir. BDP tüm bu yoğun baskı ve tutuklamalara karşı dayandığı halk kitlesini daha fazla örgütleyerek AKP ve Devlete cevap verdi.

Kürt siyasi hareketi ve Türkiye sosyalist hareketi Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok'u adı altında 12 haziran 2011 genel seçimlerine girdi. Devletin para gücünü arkasına alarak değil, halkın özgücünü arkasına alan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok'u Haziran seçiminde meclis'e 36 milletvekili göndererek zafere elde etmişti. BDP-Blok ana muhalefet partisi CHP'den daha başarılı bir grafik çizerek AKP sıkıştırıyordu. Meydanlarda, halk toplantılarında her gün daha fazla sıkıştırıyordu.

Karadeniz'den Toroslara, Botan'dan Dersim'e, Amed'den Serhat'a ve Metropollere Devrimci Halk Savaşı... 2012 yılında PKK 'nin yürüttüğü Devrimci Halk Savaşı stratejisi AKP hükümetini İmralı'da tutsak bulunan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile diyalog sürecine itti. Ocak ayında Devlet heyetleri ile başlayan görüşmeler sonucunda A.Öcalan'ın çağrısı üzerine PKK elindeki esir asker-polis vb kişileri serbest bıraktı. 21 mart newroz günü ateşkes ve geri çekilme kararları alındı.

Tüm bunlara cevaben AKP Kürdistan'da daha fazla karakol, daha fazla baraj yaptı. Aslında AKP'nin çözüm süreci adı altında yürütülen bu görüşmelere ihtiyaç duymasının sebebi 2012 yılında PKK karşısında aldığı yenilgi, sıkışıklığı aşmak ve yaklaşan 2014 yerel seçimleridir. AKP'nin izlediği yol, yöntem ve politkalar da bunun en açık göstergesidir.

Yukarıda saydığımız nedenler ve BDP'nin daha fazla güç kazanması AKP'yi rahatsız ediyor. Çünkü AKP'nin amacı BDP'yi seçimlerde yenilgiye uğratmak, seçimleri kazanmak ve ardından PKK'yi tasfiye etmek... Bu hatırlatmalardan sonra gelelim AKP'nin kirli politikaları ve siyasi kurnazlığına.

BDP'yi geriletebilme planları...

AKP + Hizbullah + Kemal Burkay + Barzani + Şivan Perwer...

1.) AKP önce Hizbullah'a sarıldı. Kirli geçmişe sahip olan bu örgütün cezaevlerindeki kadroları bir gece de tahliye oldu. Domuza bağı ile insanları katleden bu vahşi örgüt HÜDA-PAR adı altında legal bir parti kurdu. Bu partinin kısa bir süre önce AKP ile görüşmesinden sonra Batman'da BDP'lilere saldırması ve Özcan Temel adında bir vatandaşı katletmesi AKP - HÜDA-PAR ortaklığını tescillemiştir.

2.) Kemal Burkay AKP'nin BDP'yi geriletebilmek için yaptığı planlardan biriydi. Bu zat BDP ve PKK'ye küfretsin diye günlerce AKP medyasında kullanıldı. HAK-PAR'a genel başkan oldu ama AKP'nin umudu ve planlarının uygulayacısı olamadı. Dolayısıyla AKP K. Burkay'dan verim alamadı.

3.) Hizbullah'ın BDP karşısında başarız olacağını gören AKP devreye Barzani planını soktu. Kuzey Kürdistan, Doğu Kürdistan (Rojhilat) ve Batı Kürdistan (Rojava) da siyasi ve askeri anlamda hiç bir karşılığı olmayan ve hatta halk tarafından siyasi, ideolojik ve askeri anlamda mahkum edilen Barzani R.T. Erdoğan'ın davetlisi olarak Diyarbakır'a gelecek. Yıllardır kendi halkının davetine sırt çeviren Barzani Diyarbakır'a gelecek. AKP ve Barzani çıkar işbirliği sadece Güney Kürdistan ile sınırlı olmadığını Rojava'da gördük. Rojava'da YPG 'ye karşı Türkiye, El Kaide, Azadi, El Parti, Yekıti ve Barzani işbirliği içerisinde çalışmalarına devam ediyor. Rojava'da Halkını satan ve halkına ihanet eden Barzani AKP seçim çalışmalarına katılarak yeni bir ihanete imza atacak. İnanıyorum ki Diyarbakır (Amed) Halkını satanlara ve ihanet edenlere en güzel cevabı her zaman olduğu gibi en politik bilinciyle verecektir.

4.) Şivan Perwer daha önce adı TRT Şeş ile gündeme gelmişti. Kürt halkının sert tepkileri üzerine TRT Şeş 'te program yapmayacağını dile getirmişti. Ancak salı günü yaptığı meclisteki grup toplantısında konuşan Başbakan R.T. Erdoğan Şivan Perwer'in Diyarbakır'a geleceğini hatta İbrahim Tatlıses ile düet yapacağını açıkladı. Kendisine halk ozanı sıfatı yakıştıran bir sanatçının AKP'nin kirli seçim hesaplarına dahil olması ne kadar doğrudur ? Roboski'de 34 Genci savaş uçakları ile parçalayan bir İktidar partisinin seçim başarısı için çalışacak kadar aşağılık mıdır ? Halkının üzerindeki kirli hesapları görmeyecek kadar kör müdür ?

Sonuç...

AKP bu kirli politklarını boşa çıkarmak Devrimci, Demokrat ve Yurtseverlerin boynunun borcudur. Öncelikle Kürdistan'ın politik başkenti olan Diyarbakır (Amed) ve Diyarbakır halkının boynunun borcudur. AKP'nin desteklediği El Kaide ve bağlantılı çetelerin Rojava'da işlediği insanlık suçunun hesabı her alanda sorulmalıdır. Rojava'da Barzani, Azadi, El Parti ve Yekıti'nin El Kaide ile ortaklığının hesabı sorulmalıdır. Kendini AKP seçim çalışmaları için kullandıracak olan Şiwan Perwer'e gerekli cevabı Kürdistan halkı vermelidir. Ve AKP 2014 yerel seçimlerinde Kürdistan'da sandıklara gömülmelidir... Seçim sizin " Ya Teslimiyet, Ya Zafer... "

domingo, 1 de septiembre de 2013

Eylül 'de Yarım Kalan Bir Şarkıdır VİCTOR JARA    


Victor Lidio Jara Martinez 23 Eylül 1932 yılında Santiago'nun dışındaki küçük bir köy olan Loquen'de yoksul bir köylü çocuğu olarak dünyaya gelir. Birçok ailede olduğu gibi babası alkol problemleri çekmekte ve annesine şiddet uygulamaktaydı. Victor Jara daha küçük bir çocukken babası evi terk eder. Annesi kendisinin ve oğlunun geçimini sağlayabilmek için her işi yapmaya başlar. Hayatını oğluna adayan annesi Victor Jara’nın hayatında çok önemli bir parçadır. Oğluna bakabilmek için şarkı söyleyip, gitar çalmış ve Şili halk müziğini oğluna öğretmiştir. Annesiyle beraber geçirdiği zamanın müzik hayatına adım atmasında, müziği sevmesinde çok önemli etkileri olmuş ve bütün hayatını da etkilemiştir.


Annesi öldükten sonra muhasebe eğitimini yarım bırakan Jara, İlahiyat okuluna gitmeye karar verir. Burada kilise korosuna katılır ve müzik bilgisini artırmaya başlar. İlahiyat okulunu bitiren Jara, dine olan inancını kaybeder ve işsiz olarak Köyü Lonquén'e döner. Okulun bitmesiyle birlikte geçimini sağlayabilmek için küçük işlerde çalışmaya başlayan Jara, kısa bir süre sonra askere gider. Askerliği bitirdikten sonra Şili Üniversitesi'nde ( Universidad de Chile ) Tiyatro Okulu'na girer ve burada gösterdiği başarı ile oyunlar yönetmeye başlar. Bu dönemde Şili Üniversitesi korosuna da gitmeye başlar. Şarkıcı, Santiago'da küçük bir cafe sahibi ve geleneksel Şili folk müziği hayranı olan Violetta Parra ile tanışır. Parra 'nın cafesinde çalışmaya ve şarkı söylemeye başlar.


İlerleyen yıllarda Şili politik dünyası ile daha fazla ilgilenmeye başlar. 1966 yılında ilk albümü çıkartır. Takip eden yıllarda tiyatroda yönetmen olarak çalışır, ancak şarkılarına ve politik işlerine daha fazla zaman harcamaya başlayan Jara, 1970 yılında tiyatroyu terk eder ve tamamen müziğe yoğunlaşır. Jara'nın şarkıları fakir-zengin bir arada yaşayan bir toplumda, sıradan insanlara yaşamlarını ve problemlerini gösterir. Vatanına olan büyük sevgisi sebebiyle, birçok şarkısı haksızlıklara ve politik skandallara saldırır. Victor Jara Güney Amerika'da ( Nueva canción ) yeni şarkı akımının en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilir. Bu Güney Amerika’da birçok sanatçı ve aydının katıldığı, devrimci bir harekettir. Victor Jara'nın politik fikirleri, parçalarında önemli bir yer tutar. Birçok protest şarkıcı gibi komünist ve partisinde sanatçı bölümünün yöneticisidir.


Victor Jara, diğer şarkıcılarla birlikte Salvador Allende ve sol partilerin birleştiği bir hareket olan ( Unidad Popular ) Halkın Birliği yararına birçok konser verir. 11 Eylül 1973′de Augusto Pinochet'nin gerçekleştirdiği darbe sırasında, Victor Jara Teknik Üniversite'deki işi başında tutuklanır ve birçok yoldaşı gibi ( Estadio de Chile ) Şili stadyumuna götürülür ve ağır işkence görür. Şili stadyumunda tutsaklar ağır işkencelere maruz kalır, katledilir ve stadyum Cuntacılar tarafından kan gölüne çevrilir. Victor Jara, ağır işkence altındayken bile gitarıyla ( Unidad Popular ) Halkın Birliğinin ünlü şarkısı ( Kazanacağız ) Venceremos'u mırıldanmaya başlar. Ve işkence altındaki tutsaklar Victor Jara'ya, eşlik etmeye başlar. Bu durum Cuntacıları korkuya sevk eder. Korkuya kapılan Pinochet'in işkenceci Albay'ı Mario Manriguez Bravo kızar ve havaya ateş açılması emrini verir. Havaya açılan ateş tutsakların dilindeki Venceremos'u, o güzel şarkıyı, marşı durdurmaya yetmez. Ateş kesildikten sonra, Albay Mario Manriguez Bravo emrindeki askerlere, Bana o şarkıyı söyleyeni bulun ve yanıma getirin der.


Victor Jara 'yı bulan askerler onu Albay Mario Manriguez Bravo'nun yanına götürürler. Albay bir daha gitar çalamaması için bütün parmaklarının kırılması emrini verir ve vahşice dövülen Jara'nın bütün parmakları kırılır. Ancak Jara'nın dilinde hala ( Kazanacağız ) Venceremos şarkısı vardır. Bu durum cuntacıları daha da kızdırır ve Jara, makinalı tüfekle öldürülür. Cesedini Santiago Mezarlığı yakınında bulurlar. Karısı Onu onurlu bir şekilde defnettikten sonra Şili'yi terk eder.


Bir Tanığın Dilinden Victor Jara'nın Son Anları...


Şili'deki Pravda muhabiri Vladimir Çernisev, Jara'nın son anlarını şöyle anlatıyor; Victor Jara dudaklarında şarkıyla öldü. Onu yanından hiç ayırmadığı refakatçisiyle, gitarıyla birlikte stadyuma getirdiler. Ve şarkı söylemeye başladı. Öbür tutuklular, gardiyanların ateş açma tehdidine rağmen melodiye eşlik etmeye başladılar. Sonra bir subayın emri ile askerler Victor'un ellerini kırdılar. Artık gitar çalmıyordu, ama zayıf bir sesle şarkı söylemeyi sürdürdü. Bir dipçikle kafasını parçaladılar ve diğer tutuklulara ibret olsun diye ellerini kesip tribünlerin önüne astılar.


Ne türkü söyleme aşkımdan ne de sesimi
Dinletmek için değil bunca türkü söylemem.
Benim namuslu gitarımın sesi
Hem duygulu hem de haklıdır.
Dünyanın yüreğinden çıkar
Bir güvercin gibi kanatlı
Kutsal su gibi şefkatli,
Okşar gitarım öleni ve yiğidi.
Şarkım amacına kavuşur
Violetta'nın dediği gibi.
Pırıl pırıl coşkulu durmak bilmez
Ve bahar kokan bir isçidir!


Gitarım ne zenginlerin gitarıdır,
Ne de başka bir şeyin.
Şarkım bir yapı iskelesidir
Eriştirir bizi yıldızlara.
Katıksız gerçekleri şarkısında
Söylerken bir insan ölmek pahasına,
Anlamını bulur o şarkı
Damarlarında atarken.

Şarkım ne gelip geçici övgüler düzer
Ne de başkalarına ün katar,
Yoksul ülkemin
Kök salmıştır toprağına.
Orada, her şeyin bittiği
Ve her şeyin başladığı yerde,
Söylerim o her zaman yiğit ve derin
Sonsuza dek yeni olacak şarkıyı.



Hayatı ve müziği ülkesinin aynası olmuş, içinde yaşadığı zamanı ve felsefesini yansıtmıştır. Ancak sadece Şili ile sınırlı kalmamıştır. Onu dinleyenler şarkıları İspanyolca olduğu için anlamamış olsalar da, hissederek ve yaşayarak ne demek istediğini hücrelerine kadar anlamışlardır. Victor Jara güzel sesi ve ezgileri ile bütün ezilen halkların gönlünde kendine yer bulmuştur. Tarih bize gösterdi ki onu katledenler değil, Ağır işkence altında bile dilinden düşürmediği şarkısı Venceremos ( Kazanacağız ) ile Victor Jara Kazandı. Devrimci Mücadelesi ile ses oldu ezilen halklara...



domingo, 18 de agosto de 2013


LA CANCIÓN DESESPERADA

Emerge tu recuerdo de la noche en que estoy.
El río anuda al mar su lamento obstinado.

Abandonado como los muelles en el alba.
Es la hora de partir, oh abandonado!

Sobre mi corazón llueven frías corolas.
Oh sentina de escombros, feroz cueva de náufragos!

En ti se acumularon las guerras y los vuelos.
De ti alzaron las alas los pájaros del canto.

Todo te lo tragaste, como la lejanía.
Como el mar, como el tiempo. Todo en ti fue naufragio!

Era la alegre hora del asalto y el beso.
La hora del estupor que ardía como un faro.

Ansiedad de piloto, furia de buzo ciego,
turbia embriaguez de amor, todo en ti fue naufragio!

En la infancia de niebla mi alma alada y herida.
Descubridor perdido, todo en ti fue naufragio!

Te ceñiste al dolor, te agarraste al deseo.
Te tumbó la tristeza, todo en ti fue naufragio!

Hice retroceder la muralla de sombra,
anduve más allá del deseo y del acto.

Oh carne, carne mía, mujer que amé y perdí,
a ti en esta hora húmeda, evoco y hago canto.

Como un vaso albergaste la infinita ternura,
y el infinito olvido te trizó como a un vaso.

Era la negra, negra soledad de las islas,
y allí, mujer de amor, me acogieron tus brazos.

Era la sed y el hambre, y tú fuiste la fruta.
Era el duelo y las ruinas, y tú fuiste el milagro.

Ah mujer, no sé cómo pudiste contenerme
en la tierra de tu alma, y en la cruz de tus brazos!

Mi deseo de ti fue el más terrible y corto,
el más revuelto y ebrio, el más tirante y ávido.

Cementerio de besos, aún hay fuego en tus tumbas,
aún los racimos arden picoteados de pájaros.

Oh la boca mordida, oh los besados miembros,
oh los hambrientos dientes, oh los cuerpos trenzados.

Oh la cópula loca de esperanza y esfuerzo
en que nos anudamos y nos desesperamos.

Y la ternura, leve como el agua y la harina.
Y la palabra apenas comenzada en los labios.

Ése fue mi destino y en él viajó mi anhelo,
y en él cayó mi anhelo, todo en ti fue naufragio!

Oh sentina de escombros, en ti todo caía,
qué dolor no exprimiste, qué olas no te ahogaron.

De tumbo en tumbo aún llameaste y cantaste
de pie como un marino en la proa de un barco.

Aún floreciste en cantos, aún rompiste en corrientes.
Oh sentina de escombros, pozo abierto y amargo.

Pálido buzo ciego, desventurado hondero,
descubridor perdido, todo en ti fue naufragio!

Es la hora de partir, la dura y fría hora
que la noche sujeta a todo horario.

El cinturón ruidoso del mar ciñe la costa.
Surgen frías estrellas, emigran negros pájaros.

Abandonado como los muelles en el alba.
Sólo la sombra trémula se retuerce en mis manos.

Ah más allá de todo. Ah más allá de todo.

Es la hora de partir. Oh abandonado!


UMUTSUZ BİR ŞARKI

Çıkıp geliyor hayalin beni saran geceden.
Denize karıştırıyor inatçı yakınışını ırmak.

Terk edilmiş, gün batımındaki rıhtımlar gibi.
Ayrılık saati bu, ey terk edilmiş!

Yağıyor yüreğime soğuk taç yaprakları.
Ey yıkıntı uçurumu, vahşi mağarası kaza geçirenlerin.

Sende toplanır savaşlar ve uçuşlar.
Yükselir senden şarkı kuşlarının kanatları.

Bir uzaklık gibi yuttun her şeyi.
Deniz gibi, zaman gibi sende battı her şey!

Saldırı ve öpüşün mutlu saatiydi o.
Deniz feneri gibi parıldayan o esrime saati.

Uçuş korkusu, kör dalgıç öfkesi,
çalkantılı esrikliği aşkın, sende battı her şey!

Kanatlandı, yaralandı ruhum pusun çocukluğunda.
Kayıp keşif, sende battı her şey!

Sarıp sarmaladın acıyı, tutunuyorsun arzuya,
kendinden geçmişsin üzüntüyle, sende battı her şey!

İttim gölge duvarını geriye,
arzu ve eylemin ötesine, yürüdüm gittim.

Ah, ten, benim tenim, sevip yitirdiğim kadın,
Seni çağırıyorum yaslı saatte, sana adıyorum şarkımı.

İçine aldın sonsuz sevecenliği bir fanus gibi
ve tuz buz etti seni sonsuz unutuluş.

Oradaydı adaların kara yalnızlığı,
orada sevda kadını, sardı kolların beni.

Susuzluk ve açlık vardı, meyveydin sen.
Acı ve yıkıntı vardı, mucizeydin sen.

Ah kadın, bilmem nasıl erittin beni
ruhumun toprağında, kollarının arasında!

Ne korkunç ve ne kısa oldu sana olan tutkum!
Ne zorlu ve ne esrik, ne gergin ve ne aç.

Öpücükler mezarlığı, sönmedi hâlâ yangını mezarlarının
yanar hâlâ kuşların gagaladığı verimli dalların.

Ey ısırılmış ağız, ey öpülmüş organlar,
ey aç dişler, ey sarmalanan bedenler.

Ey umut ve çabanın çılgın bağlanışı,
içinde kaynaşıp umutsuzlandığımız.

Ve sevecenlik, su ve toz kadar hafif,
başlar sözcük belli belirsiz dudaklar arasında.

Yazgımdı bu içinde geçti özlem yolculuğum
ve orada yıkıldı özlemim, sende battı her şey!

Ey yıkıntı uçurumu, içine düştü her şey, çekmediğin hangi üzüntü kaldı,
hangi dalgalar kaldı seni yutmayan.

Yine de seslendin, şarkı söyledin dalgalardan dalgalara.
Dikilip bir gemici gibi pruvasında geminin.

Çiçek açarsın şarkılarla hâlâ, hâlâ kırılırsın akıntılarda.
Ey yıkıntı uçurumu, açık ve acı kuyu.

Solgun kör dalgıç, derinliklerin bahtsızı,
kayıp kaşif, sende battı her şey!

Gitme zamanı, hoyrat ve soğuk saat.
Gecenin tüm zaman çizelgelerine işaretlendiği an.

Sarar kıyıyı hışırdayan kuşağı denizin.
Yükselir soğuk yıldızlar, göç eder kara kuşlar.

Terk edilmiş, günbatımındaki rıhtımlar gibi.
Titrek bir gölge kaldı ellerimde oynaşan.

Ah, her şeyden uzak. Her şeyden uzak.

Gitme zamanı. Ey terk edilmiş!

PABLO NERUDA

miércoles, 7 de agosto de 2013

NO TE SALVES                              

No te quedes inmóvil
al borde del camino
no congeles el júbilo
no quieras con desgana
no te salves ahora
ni nunca
no te salves
no te llenes de calma
no reserves del mundo
sólo un rincón tranquilo
no dejes caer los párpados
pesados como juicios
no te quedes sin labios
no te duermas sin sueño
no te pienses sin sangre
no te juzgues sin tiempo

pero si
pese a todo
no puedes evitarlo
y congelas el júbilo
y quieres con desgana
y te salvas ahora
y te llenas de calma
y reservas del mundo
sólo un rincón tranquilo
y dejas caer los párpados
pesados como juicios
y te secas sin labios
y te duermes sin sueño
y te piensas sin sangre
y te juzgas sin tiempo
y te quedas inmóvil
al borde del camino
y te salvas

entonces
no te quedes conmigo

ESİRGEME KENDİNİ

Öylesine kalakalma
yolun kıyısında
dondurma sevincini
isteksiz sevme
esirgeme kendini şimdi
ne de hiç bir zaman
esirgeme kendini
calma dinginlikle dolmasın içini
ayırma dünyadan kendine
yalnızca sakin bir köşe
gözkapakların inmesin bırakma
yargılar gibi ağırlaşmasın
dudaksız kalma sakın
düşsüz uyuyakalma
kendini kansız sanma
yargılama kendini zamansız

ancak eğer
her şeye karşın
engelleyemezsen bunu
ve dondurursan sevincini
ve isteksiz seversen
ve esirgersen şimdi kendini
calma ve dinginlikle dolarsa için
ve dünyadan ayırırsan kendine
yalnızca sakin bir köşe
ve bırakırsan gözkapakların insin
yargılar gibi ağır
ve dudaksız kurur kalırsan
ve düşsüz uyuyakalırsan
ve kendini sanırsan kansız
ve yargılarsan kendini zamansız
ve öylesine kalakalırsan
yolun kıyısında
ve esirgersen kendini

o zaman
kalamazsın benimle.

MARİO BENEDETTİ

domingo, 7 de julio de 2013

Mısır Askeri Darbesi ve İki Yüzlü Siyaset

Mısır Askeri Darbesi ve İki Yüzlü Siyaset  

Son yıllarda ve son günlerde en çok konuşulan konu Ortadoğu'daki son gelişmelerdir. Arap dünyasında yaşanan bu gelişmeler 21. yüz yıl dünyasındaki en büyük halk hareketleri olarak tanımlanıyor. Tunus ile başlayan Yemen, Bahreyn, Libya, Mısır ve Suriye ile devam eden bu Halk Hareketleri ABD ve Batı Ülkeleri tarafından " Arap Baharı " olarak tanımlandı. Ortadoğu'da başta halk hareketleri şeklinde yayılan ama daha sonra ABD ve Batılı Güçlerin etkisi ve müdahalesi altına giren bir " Arap Baharı " yaşanıyor. Peki bu sürece nasıl gelindi ? Bu süreci kısa bir hatırlayalım...

Tunus'ta hayat pahalılığını protesto eden bir kişinin kendisini yakması ile başlayan halk ayaklanması Zeynel Abidin Bin Ali 'nin 23 yıllık iktidarını bırakıp kaçmasıyla son bulmuştu. Tunus'ta gerçekleşen halk devrimi Tunus halkı tarafından yasemin devrimi olarak tanımlandı. Ortadoğu da domino etkisi yaratan Tunus'taki halk ayaklanması kısa sürede tüm Ortadoğu'ya yayıldı. Ortadoğu'yu kapsayan bu halk hareketlerinin kaba sonuçları şöyle; Yemen’de Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’in devrilmesi, Libya'da ABD ve Batı destekli " İsyancıların " Devlet Başkanı Muammer Kaddafi'yi hunharca linç ederek öldürmesi, Bahreyn'deki halk hareketinin Suudi Arabistan tarafından bastırılması, Mısır'da Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'in devrilmesi ve son olarak Suriye'de yaklaşık 3 yıldır devam eden bir iç savaş oldu. Tarih boyunca kan gölü olan bu coğrafya " Arap Baharı " ile Askeri, Siyasal, Ekonomik ve Sosyal boyutlarıyla Ortadoğu halkları açısından tam bir felaket oldu.

Son günlerde dünyada ve Türkiye'de en çok konuşulan konular arasında Mısır'da gerçekleşen Askeri Darbe oldu. Siyasal İslamcı kesimler açısından Mısır'da gerçekleşen bu Askeri Darbe kabul edilemez, Biz Darbelere karşıyız diye yorumlandı. Ulusalcı kesimler açısından Mısır'da gerçekleşen bu Askeri Darbe Devrim olarak yorumlandı. Hatta Ulusalcı kesimler Askeri Darbeyi kınama cüreti bile göstermemiştir. Askeri Darbeler altında ezilmiş, katledilmiş, işkencelerden geçirilmiş bizler yani Devrimciler açısından Mısır'da gerçekleşen Askeri Darbe şiddetle kınanmış ve halkın devrimini sahiplenmesi ve öncülük etmesi istenmiştir. Ancak yaşanan bu süreçte Siyasal islamcılar, Ulusalcılar ve bir kısım " Solcuların " takındığı tutum ve davranışlar ne kadar iki yüzlü olduklarını bir kez daha ortaya koymuştur.

Peki Saydığımız bu Çevreleri Neden İki Yüzlü Olarak Tanımlıyoruz ?

   Çok değil bundan 4 yıl öncesine gidip kısaca bir hatırlayalım. Yer Latin Amerika / Honduras...
Latin Amerika'da yayılan Sol-Sosyalist dalga ile Honduras'ta İktidara Manuel Zelaya gelmişti. Devlet Başkanı Manuel Zelaya'nın Halkçı politikaları ABD'yi rahatsız ediyordu. Manuel Zelaya 2010 yılı Mart ayında yeni bir anayasanın yazılması konusunda halk oylaması (Referandum) kararını almasıyla birlikte ABD ve ABD destekli muhalefetin hedefi oldu. Manuel Zelaya'nın halk oylaması kararı Honduras Yüksek Mahkemesince yasa dışı ilan edildi. Manuel Zelaya halk oylamasının planlandığı şekilde yapılması amacıyla başlattığı hazırlıklar kapsamında Honduras Silahlı Kuvvetlerinden oy pusulalarının ülkeye dağıtılması istendi. Ancak ordu komutanı Romeo Vásquez Velásquez verilen görevi yapmayı reddedince, Manuel Zelaya yetkisini kullanarak kendisini görevden aldı. Görevden alma kararı Mahkeme ve Parlamento tarafından yasa dışı ilan edildi. Halk oylamasının yapılmasına saatler kala ABD ve ABD destekli Honduras Silahlı Kuvvetleri 28 Haziran 2009 günü yönetime el koyarak Manuel Zelaya ve bazı hükümet yetkilileri Sürgüne göndermişti. Medeniyetlerin ve Demokrasinin beşiği olduğunu iddia eden Batı ve Batılı Devletler gerçekleşen Askeri Darbe karşısında deyim yerindeyse süt dökmüş kediye dönmüştü. Ortadoğu coğrafyası, Asya ve Türkiye'den çıt çıkmıyordu. Bu bölgelerde Honduras'ta gerçekleşen Askeri Darbeye karşı çıkan sesler ise çok cılız kalıyordu. Türkiye'de o dönem Honduras'ta gerçekleşen darbeye karşı ses çıkmazken bugünlerde Mısır'daki darbeye ses çıkaran bu kendine demokrat çevrelerin ne kadar darbe karşıtı olduklarını bir kez daha ortaya koydu. İşte bu yüzdendir ki Guevaraist 'ler Siyasal islamcıları, Ulusalcıları ve bir kısım " Solcuları " iki yüzlü olarak nitelendiriyor.









miércoles, 6 de marzo de 2013

Güneydoğu Meksika Dağlarında Bir GERİLLA Subcomandante Marcos

   Subcomandante Marcos'un aslında kim olduğu bütün dünya halkları tarafından merak ediliyor. Subcomandante Marcos'un kim olduğu (NYT)New York Times muhabiri ile yapmış olduğu röportaj da gizlidir.
   Röportaj da New York Times Muhabiri Sorar Lideriniz Kim ? Bütün Dünyanın Merak Ettiği Bu Gizemli, Maskeli Adam Kimdir ?

Subcomandante Marcos Gülümseyerek Cevap Verir;

   Zapatistaların Ulusal Önderi Emiliano ZAPATA'dır. Liderimiz Commandante CHE GUEVARA'dır. EL CHE Efsanevi Komutanımızdır.

Subcomandante Marcos Kim midir?
  
   Marcos Güney Afrika'da bir zenci, İspanya'da bir anarşist, San Francisco'da bir eş cinsel, İsrail'de bir Filistin'li, San Cristobal sokaklarında bir Maya yerlisi, Almanya'da bir Yahudi, Mexico City'nin Teneke Mahallesinde bir Çete mensubu, Savunma Bakanlığı'nda bir Uzlaştırıcı, Folk müziğinin kalesi Ulusal Üniversite'de Rock'çı, Soğuk savaş sonrası Çağ'da bir Komünist, Ne galerisi ne müşterisi olan bir Sanatçı, Meksika'nın herhangi bir kentinde bir Ev Kadını, Başkaları için kitap yazan bir Gazeteci, Bosna'da bir Barışçı, Gece yalnız başına Metro'da bekleyen bir Kadın, Grev yapmayı aklından bile geçirmeyen Sendikalarda bir Grevci, Topraksız bir Köylü, Mutsuz bir Öğrenci, İşsiz bir İşçi, Ne kitabı ne okuyucusu olan bir Yazar...

   Marcos Sömürülmüş, Yok sayılmış, Dışlanmış, Ezilmiş ama direnen ve artık yeter diyen tüm azınlıklardır. Marcos sesini çıkarmaya hazırlanan ve tüm çoğunlukların susup dinleyeceği her azınlıktır. Marcos kendisini anlatmak için her yolu deneyen ve her yolu arayan Halk topluluklarıdır. Bütün güçlülerin gücünü ve vicdanını rahatsız eden bir Mücadele Adamı'dır.

Ve Marcos Güneydoğu Meksika Dağlarında Bir GERİLLA ve ZAPATİSTA'dır...