Páginas

jueves, 23 de enero de 2014

Subcomandante Marcos'un deyimiyle " Biz Buradayız "... Zapatistalar'dan Rojava'ya...

Dilimiz, kimliğimiz, inançlarımız ve coğrafyalarımız her ne kadar farklı da olsa esasen ezilen halklar olarak hepimiz aynı kaderi yaşıyoruz. Sömürülüyoruz ötekileştiriliyoruz, yok sayılıyoruz, yoksulluğa ve sefalete mahkum ediliyoruz, hatta katlediliyoruz... Kimi zaman etnik kimliğimiz yüzünden, kimi zaman inançlarımız yüzünden, kimi zamanda baskılara itaat etmediğimizden dolayı katlediliyoruz.

Bu yazıda Subcomandante Marcos'un o şiirsel dili ve muhteşem sözlerinden yola çıkarak Rojava'ya kadar uzanacağız... Zapatistalar ile Rojava halkı arasındaki benzerlikleri yansıtmaya çalışacağız. Subcomandante Marcos'un deyimiyle dünya'ya ve devlete " Biz Buradayız " mesajı verebilmekti 94 yılınının ilk günlerindeki ilk ayaklanma. İşte Subcomandante Marcos'un bu söylemi paylaşım savaşları sonrasında Emperyal güçler tarafından 4 parçaya bölünen ve 4 ülke arasında paylaşılan bir halk ve bir coğrafya'nın en küçük parçası olan Rojava Kürdistan'ın da 19 Temmuz Devrimi ile birlikte hayat bulmuştur. Rojava halkı 19 Temmuz Devrimi ile birlikte Dünya'ya " Biz Buradayız " demiştir.

Emperyalist güçlerin kürt halkını ve coğrafyasını parçalamasından bu yana halkın özgürlük, adalet ve demokrasi arayışı devam ediyor. Kürdistan'ın 4 parçasında da çeşitli dönemlerde her ne kadar " Biz Buradayız " diyebilmek için girişimler olmuşsa da şiddetle ve kanla bastırılmış bu girişimler. Ancak bugün Subcomandante Marcos'un Rojava'da yaşam bulan " Biz Buradayız " sözünün nasıl yaşam bulduğunu öğrenmek için biraz gerilere gitmemiz gerekiyor.

" Arap Baharı "  ve Rojava...

" Arap Baharı " Tunus ile başlayan Yemen, Bahreyn, Libya, Mısır ve Suriye'ye kadar uzanan ve yine Suriye'de kitlenen bir süreçtir. İçinden geçmiş olduğumuz bu süreç başta her ne kadar halk hareketleri şeklinde başlamış olsa da ABD ve batılı güçlerin etkisi ve müdahalesiyle halk hareketleri olmaktan çıkmıştı. Bunun en iyi örneği Bahreyn ve Libya müdahalesidir...

Bahreyn'de ne mi oldu ? Bizzat ABD denetiminde olan Suudi Arabistan yönetimi, Bahreyn'e ordu birliklerini göndererek oradaki halk hareketini bastırdı. Bahreyn'deki halk ayaklanmasının kanla bastırılmasını hepimiz izlemiştik. Peki Libya'da ne oldu ? Libya'da halk ayaklanmaları şeklinde başlayan ancak daha sonra dış müdahaleler ile farklı boyutlara ulaşan bir süreç yaşandı.

Libya'da Muammer Kaddafi'yi iktidardan indirmek ve muhaliflere destek vermek amacıyla Fransa'nın başlattığı hava saldırısı NATO güçlerinin dahil olduğu büyük bir operasyona dönüştü. Bu dış müdahale sonucunda Muammer Kaddafi iktidar'dan  alaşağı edildi. Sonrasında ise Muammer Kaddafi NATO destekli muhalifler tarafından yakalanarak hunharca linç edilerek katledildi. İşte bu iki örnek Arap coğrafyasında yaşanan bu sürecin ABD ve batılı güçlerin etkisi ve müdahalesinin altına girdiğinin en büyük kanıtı oldu.

Suriye'de ilk hareketi başladığında sessiz kalmayı tercih eden ABD ve batılı güçler daha sonra ise dolaylı veya direkt olarak Suriye'ye müdahale gerçekleştirdi. Bu güçlerin etki ve müdahaleleri Suriye'yi hızla daha uzun yıllar sürebilecek olan bir iç savaşa sürükledi. Suriye iç savaşının sorumlusu her ne kadar devlet başkanı Esad, Muhalifler ve ABD ve batılı güçler olsa da baş sorumlu Türkiye'dir. AKP hükümetidir.

Türkiye'nin baş sorumlu olmasının iki nedeni var. Birinci nedeni mezhepçi dış politika ve yeni osmanlıcılık hayalleri, ikinci ve esas nedeni Rojava Kürdistan'ıdır... Türkiye Suriye'de iç savaşın başladığı günden beri mezhepçi politikalar yürüttü. Bu mehzepçi ve yeni osmanlıcılık politikaları ile bir yandan Esad rejimini hedef gösterdi diğer yandan da bir çok radikal dinci gruba destek verdi.

Türkiye özellikle Rojava'da kürt halkına karşı El Kaide ve bağlantılı El Nusra, (IŞİD) Irak Şam İslam Devletini Kullandı. El Kaide ve bağlantılı bu gruplara her türlü silah ve lojistik desteği sağladı. Türkiye'nin yürüttüğü bu kirli politakalar sadece El Kaide ve bağlantılı grupları desteklemekle kalmadı. Barzani'yi de yanına alarak Rojava'da kürt halkına karşı yürüttüğü kirli politikalara dahil etti.

Türkiye Barzani üzerinden El Parti ve Azadi Partisini kullanarak PYD ve YPG 'yi itibarsızlaştırmak ve güçsüzleştirmek istedi. Bu girişimlere karşı PYD siyasal ve diplomasi alanındaki çalışmalarını artırdı. Rojava halkını daha fazla örgütledi. Eğitim, Sağlık, Kurumlaşma alanlarında elindeki imkanlarla ilerleme kaydetti. YPG güçleri ise askeri, ideolojik, taktik ve stratejik alandaki örgütlülüğünü artırarak Türkiye'nin bu kirli politikalarını boşa çıkardı.

Ancak Türkiye tarihin her döneminde olduğu gibi halklara karşı yürüttüğü kirli politikalarından hiç vazgeçmedi. Çünkü Türkiye Rojava'da kürt halkının statü kazanmasını istemiyordu. 19 Temmuz Rojava Devrimi sonrasında Türkiye'nin yeni saldırı planı, El Kaide ve bağlantılı gruplar ile ve de İşbirlikçi Kürt eliyle Rojava halkına karşı çeşitli saldırılar geliştirmekti. Nitekim ilk koz olarak sahaya El Kaide bağlantılı El Nusra ve IŞID 'i sınırlarını kullandırarak Rojava halkına saldırttı.

Bu grublarının her geçen gün saldırılarını artırması ve Rojava'da islam emirliği ilan etmek istemesi üzerine YPG halkı savunma ve devrimi koruma temelinde Devrimci operasyonlar başlatarak bu grupları Rojava topraklarından temizledi. YPG'nin geliştirdiği direniş başta Türkiye'yi sonrasında ise diğer dünya ülkelerini şaşırttı. Çünkü El Kaide tarihindeki ilk yenilgisini Rojava'da YPG'den almıştı.

Hal böyle olunca Türkiye sahaya ikinci kozunu sürdü. Yani Barzani üzerin'den kullandığı El Parti ve Azadi Partisini sahaya sürdü. Bu partiler bir çok bölgede El Kaide ve bağlantılı gruplar ile hareket etti. Bazı kürt siyasetçilerinin suikast sonucu öldürülmesinde bu partilerin parmağı vardır. Hatta El Parti üyesi 5 bombacı Afrin'deki özgür basın merkezine yönelik bombalı saldırı hazırlığındayken YPG asasyiş güçleri tarafından yakalandı. Tüm bu gelişmeler sonucunda Barzani Semelka sınır kapısını Rojava halkına kapattı. Şu günlerde ise Cenevre 2 konferansı gerçekleştiriliyor. Halklar kendi kaderini emperyalist akbabalar eline bırakmaktansa kendi çözümünü ve kendi sistemini yaratıyor ve yaratmalıdır. Rojava'da olduğu gibi...

Zapatistalar ve Rojava Halkının Benzerlikleri...

Kürt ve Kürdistan sorunu yaratan ve bugün Cenevre 2 de bir kez daha halkların geleceğini ipotek altına almak isteyen emperyalist akbabalara cevap gecikmedi. Kürt halkı, Rojava halkları bu güçlere " Biz Buradayız " mesajını demokratik özerkliği inşa ederek cevap verdi. Kendi demokratik sistemlerini oluşturarak cevap verdi. Bu ezilen halklar açısından önemli bir gelişmedir. Cenevre 2 konferansının yapıldığı gün ve yine tarihteki ilk kürt devleti olan Mahabad Kürt Cumhuriyeti'nin kuruluş yıl dönümünde Ciziré kantonu özerkliğini ilan etti.

Rojava'da asurilerin, süryanilerin, arapların, kürtlerin ve diğer halkların, farklı inanç gruplarının kurduğu bu sistem bölgemize ve dünya halklarına yeni bir model olabilir. Çünkü bu model yukarıdan aşağıya demokrasi yerine aşağıdan yukarıya doğru demokrasiyi geliştirmeyi esas alıyor. Özgür toplum, özgür insan esasına dayan bir modeldir. Bu model ile halkın iktidarların kölesi olmasının önüne geçiliyor. Bütün sistemin denetiminin halkın elinde olduğu bir sistem oluşturuluyor. Bu model Zapatistaların yarattığı model ile benzerlikler de taşıyor.

Mesala Zapatistalar'ın da, Rojava halkının da iktidarı devirip kendi iktidarını kurma gibi bir amacı yoktur. Zapatistalar'ın oluşturmak istediği şey demokratik, katılımcı, bütün toplum kesimlerini içerisine alan bir sistemdir. Özgür yaşam biçimidir. Bir demokratik kültürdür esasen oluşturmak istedikleri. Rojava halkının da oluşturmak istediği şey esasen tam da budur. Demokratik, katılımcı, bütün toplum kesimlerini içerisinde kendi kimlikleri ile kendi inançları ile kendi kültürleri ile kabul görebileceği bir sistem oluşturmak.

Kimliklerinin tanınması ve özerklik isteğiyle yola çıkan Zapatistalar yeni bir siyasal kültür yaratmak istedi ve bunu büyük ölçüde başardılar. Rojava halkı da bugün hemen hemen aynı poziyonda duruyor. Rojava halkı da statü, kimlik, demokrasi, adalet ve özgürlük istiyor ve bunu başarabilmek için öz örgütlenme çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. Zapatistalar kendi içinde de geniş katılımlı bir demokratik düzen uyguluyor. Bünyesindeki tüm topluluklar fikirlerini temsilcileri aracılığıyla iletiyor ve böylece tüm kararlar bir bütünlük arzediyor.

Rojava halkı da bunu halk meclisleri ve çeşitli komiteler aracılığıyla uygulamaya çalışıyor. Ve bunu da istikrarlı bir şekilde sürdürmeye devam ediyor. Zapatistalar'ın özerklik istemesinin bir sebebi de 500 yıl önce ellerinden alınmış olan topraklarını tekrar işgalcilerin elinden almak ve bu topraklar üzerinde yaşamak ve de kendi geçimini bu topraklar üzerinden sağlamaktı. Bugün Rojava halkınında yapmak istediği şey yaklaşık bir asır önce emperyalistler tarafından parçalanan toprakları üzerinde diğer halklar ile kardeşlik hukuku içerisinde eşit, özgür yaşabilmek ve kendi kendisini yönetmektir.

Zapatistalar'daki ve Rojava'daki Kadınların Benzerlikleri...

Yerli kadınlar kadınlar için hayat; yemek hazırlamak, temizlik yapmak, geleneksel görevleri yerine getirmek, ekmek yapmak, banyo ve içme suyu çekmek, Ateş için odun kesmek, Yemeği pişirmek, çocuklarla ve hastalarla ilgilenmek. Ancak kadınların bu denli eziliyor olması Subcomandante Marcos ve EZLN'i rahatsız eder.

Marcos kadınların EZLN'e katılmasını teşvik etmesinin yanında kadınların idari statü sahibi olmasını, kadınların ve erkeklerin işin ve mücadelenin yüklerini eşit olarak taşımasını sağlar. Kadınların, kadın hakları için yasa hazırlamak üzere komiteler de örgütlenmelerini sağlar. Kadınların bu komiteler aracılığıyla oluşturduğu kadın yasasının EZLN tarafından onaylanmasını sağlar.

Yerli kadınların yaşadığı bu sorunlar coğrafyamızda birebir olmasa da yaşanıyor. Ancak kürt kadını son yıllarda bu durumu yeterli olmasa da aşmıştır. Bu durumun aşılmasında PKK lideri A. Öcalan'ın şüphesiz ki büyük rolü vardır. Öcalan'ın özellikle son yıllarda kadına yönelik bakış açısı kürt toplumunu değiştirmeye başlamıştır. Kadınların eğitimine, bilinçlendirilmesine, sosyal hayattaki konumuna, çalışmasına, giyinmesine yönelik bakış açısı epeyce değişmiştir.

Özellikle kadınlar siyasette eş başkanlık sistemi ile daha aktif olmaya başlamıştır. Bunun en iyi örneklerinden birisi de Rojava Devrimi ve kadın rolüdür. Bu nedenledir ki El Kaide ve bağlantılı gruplar Rojava'da kadını hedef göstermiştir. Cami minarelerinden kadınların katledilmesi, kadınlara tecavüz etmenin helal olduğu yönünde fetva bile vermişlerdir. Bugün Rojava'da kadınlar askeri alanda YPG - YPJ - Asayiş güçleri olarak görev yapmaktadır. İlan edilen Ciziré özerk yönetiminin dört önemli bakanlığında kadınlar göreve gelmişlerdir. Eğitim, sağlık, ekonomi, iş ve hayatın tüm kademelerinde yer almaya başlamışlardır.

İki halkın arasındaki en büyük benzerlik sosyal, siyasal, kültürel soykırımlar ile yok olma tehlikesi ile yıllarca karşı karşı kalmış olsalar da direnerek kendilerini var etmeyi başarmışlardır. Dillerini, kimliklerini, kültürlerini koruyarak bugünlere kadar gelmişlerdir. Ezilen halklar için ilham kaynağı olmuşlardır. Rojava kadınlarına da Zapatistalar'daki gibi bir kadın yasası veya daha gelişmiş bir yasa gerekiyor.

Zapatistalarda kadın yasası " ırk, inanç, renk ve politik yakınlık gözetmeksizin " bütün kadınların haklarını içeriyor. Bu yasa ile kadınlar arzularının ve kapasitelerinin belirlediği bir şekilde mücadeleye katılma hakkı elde etmiştir. iş ve adil bir ücret alma hakkı, sahip olacakları ve bakacakları çocuk sayısını belirleme hakkı, topluluğun meselelerine katılma ve eğer özgür ve demokratik bir biçimde seçilmişse emir verme hakkı, çocuklarla birlikte sağlıklarında ve beslenmelerinde öncelikli ilgi hakkı, eşlerini seçme ve evlenmeye zorunlu olmama hakkı, hem akrabaların ve hem de yabancıların şiddetinden özgür olma hakkı, tecavüz ve tecavüz girişiminin ağır bir biçimde cezalandırılması, EZLN içinde liderlik pozisyonunda veya devrimci askeri güçler içinde askeri rütbelerde bulunma hakkı, devrimci yasaların ve düzenlemelerin verdiği bütün haklar ve zorunluluklar.



" Biz mücadele ediyoruz; ama dünyayı kendimize benzetmek için değil, bu dünyada herkesin yeri olması gerektiğine ve insanlığın mutlu olmaya hakkı olduğuna inandığımız için mücadele ediyoruz.. "

Subcomandante Marcos






martes, 14 de enero de 2014

EZLN 'den PKK 'ye Ezilenlerin " Barış Görüşmeleri "

" Çözüm süreci " ile birlikte PKK bütün çevrelerde tartışılmaya başlandı. Özellikle Sol hareketler içerisinde yaşanan tartışmalara daha fazla konu oluyor eleştiriliyor ve suçlanıyor. Bu süreç bana Meksika'daki Zapatistaları dolayısıyla Subcomandante Marcos'un EZLN 'inin karşılaştığı benzer eleştirileri ve suçlamaları hatırlatıyor.
Neden mi ? Çünkü EZLN de Meksika devleti ile yürüttüğü " barış " görüşmeleri sürecinde sık sık eleştirilere ve suçlamalara maruz kalıyordu. Kısaca o dönemi hatırlatmakta fayda görüyorum...

EZLN ve Meksika Devleti Arasındaki " Barış " Görüşmeleri Üzerine...

EZLN ve Meksika devletinin " barış " görüşmeleri için masaya oturuyor olması o dönem çeşitli tartışmaları beraberinde getirmişti. EZLN 'in Meksika devleti ile masaya oturması özellikle Sol hareketler içerisinde çok çeşitli tartışmaları beraberinde getirmişti.

" Barış " görüşmelerinin sürdüğü dönemde Meksika devleti EZLN 'i hem oyalayarak zaman kazanıyor hem de askeri operasyonlar yapıyordu. Ayrıca bazı bölgelerde kirli savaş yöntemlerini uygulamaya sokuyordu. Bu kirli savaş yöntemlerinin devreye sokulmasının ardından Zapatista sempatizanı yaklaşık 50 köylü kontra birlikler tarafından katlediliyordu.

Meksika devleti yaptığı katliamla yetinmeyerek Zapatistalar ile özdeşleşmiş olan Chipas bölgesinde askeri varlığını artıyordu. Meksika devleti yoğun saldırılar geliştiriyor ve kontra örgütlenmeler ile denetimi ele almaya çalışıyordu. Meksika devletinin tüm bu girişimleri EZLN 'in daha fazla eleştirilmesine, hatta suçlanmasına yol açmıştı.

EZLN yönelik geliştirilen eleştirilerin başında Meksika devleti ile masaya oturulamayacağı eleştirisiydi. Kimi Sol hareketlere göre bir Devrimci hareketin devlet ile masaya oturması o hareketin Devrimci karekterinin sorgulanmasının da yolunu açıyordu. Ayrıca kimi Sol hareketleri " barış " görüşmeleri nedeniyle EZLN 'i halkı kardeşlerinin kanı üzerinden oyalamakla suçladı. Kimi teslimiyet ile suçladı. Kimi iktidarı hedeflemediği için suçladı.

Peki Ülkemizde Durum Nasıl ? Bu Kısa Hatırlatmayı Aktardıktan Sonra Gelelim Ülkemize...

PKK ve Devlet Arasındaki Görüşmeler Üzerine...

Ülkemizde de İmralı adasında PKK lideri A. Öcalan ve devlet arasında başlayan " çözüm süreci " birinci yılını doldurdu. Bu dönemde PKK, Öcalan'ın çağrısı ile elindeki esir asker ve polisleri serbest bıraktı. 21 Mart Newroz günü ise Öcalan Türkiye halklarına kapsamlı bir mektup ile sesleniyor Türkiye'nin demokratikleşmesi ve kalıcı bir barışın tesis edilmesi amacıyla bu süreci başlattıklarını açıklıyordu.

Bu sürecin ardından HPG gerillalarının geri çekilmesi tartışmaları yaşandı. Yaşanan bu tartışmalar sonucunda Öcalan KCK 'ye gerilla birliklerinin geri çekilmesi için çağrı yaptı. Bu çağrı sonrasında KCK bütün alanlarda bu konuyu tartışmaya açıyor ve karar alıyordu. Ardından KCK uluslararası basın ve yayın kurum ve kuruluşlarınında katıldığı bir basın toplantısı ile 8 Mayıs günü gerilla birliklerinin Türkiye sınırları dışına çıkmak amacıyla harekete geçeceğini açıkladı.

Tüm bu tek taraflı iyi niyet adımlarına rağmen AKP hükümeti yeni karakol-kalekol ihaleleri açıyor ve yeni karakol-kalekollar inşa ediyordu. AKP hükümeti bununla da yetinmeyerek baraj yapımlarına hız veriyor ve Kürdistan coğrafyasında yeni tahribatlar yaratıyordu. Koruculuğun kaldırmasının gerektiği yerde yeni Korucu kadroları açıyordu. Tüm bunların yanı sıra sokaklarda halka yönelik faşizan saldırılar tüm hızıyla devam ediyordu.

1 Mayıs'ta Taksim'e çıkmak isteyen devrimcilere karşı polisin işkenceye varan  uygulamaları tepkilerin daha fazla artmasına neden oluyordu. Hükümet " çözüm sürecinin " de ruhuna uygun olacak ve Türkiye'nin demokratikleşmesini sağlayacak adımlar atmak yerine İnsanların ne yemesi gerektiğinden ne içmesi gerektiğine hatta ne giymesi gerektiğini belirleyecek kadar özel hayata müdahale ediyordu. Yani AKP hükümeti her geçen gün daha fazla otoriterleşiyordu.

AKP hükümetinin bu otoriterliği insanların yaşam alanlarını yok etmeye kadar varmıştı. Nitekim Taksim yayalaştırma projesi kapsamında Gezi parkının yıkılması ve yerine kışla yapılması isteniyordu. Ancak halkın tepkisi giderek artıyordu. Halkın haklı tepkisine karşı polis şiddeti bu kez Diyarbakır sokaklarında değil, İstanbul 'un kalbi Taksim de kendisini hissettiriyordu.

Böylece Gezi direnişinin fitili ateşleniyordu. Bir yandan " Çözüm sürecinin " devam ediyor olması diğer yandan da " Ordu Göreve " diyen ve ülkeyi 80 yıl yöneten Ulusalcı-Kemalist kesimlerinde Gezi direnişinde yer alıyor olması Kürt Özgürlük Hareketinin pozisyonu tam olarak belirleyememesine neden oluyordu. Gezi direnişi için ülke genelinde yapılan çeşitli protesto eylemlerinde toplam 6 kişi katledildi.

" Çözüm süreci " ile birlikte hükümetin karakol-kalekol yapımlarının arttırması Kürt halkının tepkisini çekiyor ve yer yer protesto eylemlerine sahne oluyordu. Diyarbakır Lice ilçesinde yapılan karakol-kalekol eylemine ordu birliklerinin halkı taraması 18 yaşındaki Medeni Yıldırım'ın katledilmesi ile sonuçlanmıştı. İstanbul Maltepe'de Gülsuyu mahallesinde de devlet destekli uyuşturucu çetelerinin Devrimcilere yönelik silahlı saldırısı sonucunda Hasan Ferit Gedik katledilmişti.

" Çözüm süreci " ile birlikte halk tarından kurulan gerilla şehitliklerinin saldırıya uğraması Kürt halkının tepkisini çekiyor ve halk tarafından çeşitli protesto eylemleri gerçekleştiriliyordu. Hakkari'nin Gewer (Yüksekova) ilçesindeki protesto eylemine polisin saldırması sonucunda 2 kişi katledilmişti. Katliama karşı Gewer'de gelişen protesto eylemlerinde polis 1 kişiyi daha katlediyordu.

Sonuç...

İçinden geçmiş olduğumuz tüm bu süreç beraberinde çeşitli tartışmalar, eleştiriler ve suçlamalar getirdi. Kuşkusuz bu süreç en çok Sol hareketler içerisinde tartışmalara yol açtı. Kimi Sol hareketler tarafından yürütülen " çözüm süreci " PKK 'nin bir teslimiyeti olarak lanse ediliyor, kimi Sol hareketler tarafından da PKK 'nin AKP ile bir işbirliği içerisinde olduğu iddia ediliyordu. Kimi Sol hareketlerde " çözüm sürecini " desteklemekle birlikte temkinli yaklaştı. Ve temkinli yaklaşmaya devam ediyor.

Sonuç olarak PKK de tıpkı EZLN gibi eleştirilere hatta suçlamalara maruz kaldı ve kalmaya devam edecek. PKK 'yi, Kürt legal hareketini bu bir yıllık süre içerisinde izlediği yol, yöntem ve politikalar nedeniyle eleştirebilirsiniz, sevmeyebilirsiniz, aynı görüşte olmayabilirsiniz, ideolojik olarak farklı yerlerden bakabilirsiniz bunlar normaldir.

Ama insanlık onurunun ayaklar altına alındığı Diyarbakır zindan karanlığında bile " Teslimiyet İhanete, Direniş Zafere Götürür " diyen Mazlum Doğan'ın bu söylemini temel felsefe edinen PKK 'yi teslimiyet ile suçlayamayız. Siz hiç Diyarbakır zindan karanlığını bedenlerini ateşe vererek aydınlatan ve ateşle sevişen dörtler'i duydunuz mu? 12 Eylül faşist cuntasının Diyarbakır zindanındaki teslim alma girişimlerine karşı bedenlerini ölüme yatıran Kemal Pir ve yoldaşlarını duydunuz mu ?

Sizce en zor koşullarda bile teslim olmayan bir hareketi teslimiyet ile suçlamak doğru mudur ?

NOT: PKK gerçek anlamda bir müzakere yapmak istiyorsa Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri - Halk Ordusu FARC-EP ile Kolombiya devleti arasında devam eden müzakere örneğine iyi bakmalıdır...

viernes, 3 de enero de 2014

 
 
 
PKK dünya sokaklarında...

40 yılık mücadele öğreniyor ve öğretmeye devam ediyor...

Devrimciliğin ve Gerillacılığın anavatanı Latin Amerika, Kürdistan dağlarının asi çocukları ile dayanışma içerisinde olmaya devam ediyor...

Bu duvar motifleri bir kaç yıl öncesine ait... Ancak 30 Aralık 2013 günü tekrar Juventud Guevarista üyeleri tarafından güncellendi...


Li Vîetnam li Kûba wan kul in
Di Chiapas in û li Filistin in
Em agir in alew in û pet in,
Em dirok in tim li Kurdistanê

Bi keviran em diçin ser tangan
Bi daranî eriş dikin panzêran
Şerwan dime bumê yen zindî
Di teqim li Kurdistan li cîhanê

Ji tarîyê wî derin ronîyê
We azadbin wek gelê Kûbayê
Ji tarîyê wî derin ronîyê
We azad bin wek gelê Angolayê
Nişana Vîetnam waye li dine,
Agirê dirokê bilind dibe

Ala bilind dibe li zindanan
Bi neynîkan di kulin duyaran
Bi xwîna xwe dirokê nexşandin
Ji bo serxwebûna hemû insan

Li Vîetnam li Kûba wan kulin
Di çipas in û li Filistin in
Em agir in lew û pet in,
Em dirok in tim li Kurdistanê